İklim krizinin kanatlı muhafızları

0
618

“Bir arı uçar, dünya nefes alır.” Bu yalın cümle, bugün ekolojik döngülerin ve insan yaşamının merkezine yerleşmiş, küçük ama kudretli bir canlının yani arıların varlık sebebini en iyi özetleyen ifadelerden biridir.
12. yılını kutlayan Türkiye’nin ilk yerli propolis üreticisi BEE’O’nun başarısından ve İstanbul Teknik Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu’nun çarpıcı anlatısından ilhamla, arılarla iklim değişikliği arasındaki hayati bağları yeniden okumak zamanı geldi.

İklim ve arının kırılgan dengesi

Arıların yaşam döngüsü, doğanın nefes alışverişiyle uyum içindedir. Çiçeklenme dönemleri, yağış rejimleri, sıcaklık değişimleri…


Hepsi bu küçük canlıların faaliyet alanını belirler. Ne var ki, Prof. Dr. Kadıoğlu’nun dikkat çektiği gibi; artık dört mevsimden söz etmek yanıltıcı. Bugün, iki temel mevsim (sertleşen yazlar ve zorlayıcı kışlar) ve bunlar arasındaki geçişlerin gittikçe belirsizleştiği bir iklimsel tabloyla karşı karşıyayız.
Bu değişkenlik, yalnızca tarımsal üretimi değil, tozlaşma faaliyetlerinin omurgası olan arıları doğrudan etkiliyor. Küresel sıcaklık artışının 1°C yükselmesi, arıların kovanda stres yaşamasına ve hatta koloni çöküşlerine yol açabiliyor.

Özellikle 15-25°C arası sıcaklıklarda optimum çalışan arılar, 35°C’yi aşan koşullarda hem fizyolojik hem de davranışsal değişimlere uğruyor. Arının doğasına en uygun coğrafyaların dahi, bu hızlı değişim nedeniyle yer değiştirmesi gerekecek gibi görünüyor. Örneğin, Ege Bölgesi’nde yaygın olan arıcılık faaliyetleri ilerleyen yıllarda Karadeniz yaylalarına taşınmak zorunda kalabilir.

Gıda güvencesinin garantörü

Arılar yalnızca bal üretmez; dünyadaki meyve ve sebzelerin yaklaşık %75’i onların tozlaşma faaliyeti sayesinde var olur. Bir başka ifadeyle, arılar olmadan ekosistem çöker, gıda güvenliği ciddi bir tehlikeye girer.
BEE’O CEO’su Dr. Aslı Elif Tanuğur Samancı’nın altını çizdiği gibi, arılar yalnızca bir sektörün değil; bir yaşam biçiminin ve ekonomik sürdürülebilirliğin garantörleridir. Şirketin propolis ve arı ürünleri odaklı geliştirdiği sözleşmeli arıcılık modeli; yalnızca ticari bir başarı değil, aynı zamanda çevresel bir vizyonun tezahürü olarak okunmalıdır.

Yeni tehditler

İklim değişikliği yalnızca sıcaklık artışıyla sınırlı değil. Seller, hortumlar, kuraklık ve sıcak hava dalgaları da arılar için ölümcül riskler barındırıyor. Örneğin, 2003 yılında Avrupa’yı kasıp kavuran sıcak hava dalgasında 35.000 insanın yaşamını yitirmesi, doğrudan insan sağlığını etkileyen bu yeni tehlikelerin ciddiyetini gösteriyor. Aynı dönemde pek çok arı kolonisi strese bağlı ölümler yaşamış, tozlaşma döngüsünde ciddi aksamalar görülmüştü.


Betonlaşma ve kentleşme ise bir başka sorun kaynağı. Prof. Kadıoğlu’nun vurguladığı kent ısı adası etkisi, şehir merkezlerinde gece sıcaklıklarını kırsal bölgelere kıyasla 10 dereceye kadar artırabiliyor. Bu da, şehirlerde arı dostu yeşil alanların yaratılmasının artık bir tercih değil, zorunluluk olduğunu gösteriyor.

Arı dostu şehirler

Bugünün kentleri, doğadan kopuk bir yaşam biçimi sunuyor. Oysa çözüm, “Yeşil Çatı” gibi yenilikçi uygulamalarda saklı. Çatı bahçeleri yalnızca şehirlerin ısı adası etkisini azaltmakla kalmaz; arılar için de yeni yaşam ve beslenme alanları yaratır. Şehirlerde lavanta, kekik gibi polen zengini bitkilerin balkonlarda ve park alanlarında yaygınlaştırılması, küçük ama etkili bir çözüm yolu olarak karşımıza çıkıyor.

Küresel perspektif

Dünya genelinde iklim değişikliğine karşı alınan önlemler arasında ekosistem bazlı çözüm yolları öne çıkıyor. Uganda’nın kahve üretim alanlarını koruma altına alması gibi stratejik adımlar, Türkiye için de örnek teşkil etmeli. Türkiye’nin zengin florası, Karadeniz’den Toroslar’a kadar geniş bir coğrafyada bal üretimini mümkün kılıyor. Ancak bu coğrafi avantajın sürdürülebilir olması için iklim değişikliğine uygun projeksiyonların ve koruma planlarının acilen hayata geçirilmesi şart.

Seçim değil, mecburiyet

BEE’O’nun sıfır atık belgeli üretim tesisleri ve yaşam döngüsü analizleriyle ortaya koyduğu gibi; sürdürülebilirlik artık yalnızca çevresel bir sorumluluk değil, aynı zamanda etik bir zorunluluk. Karbon ve su ayak izi analizlerinin düzenli yapılması, üretimde doğaya zarar vermeyen teknolojilerin tercih edilmesi, gelecek kuşaklara bırakılacak en büyük miraslardan biridir.

“Arı varsa hayat var”

Bu makalenin en güçlü mesajı şudur: Arılar bizim için bir çevre göstergesi değil, bizzat yaşamın kendisidir. Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda arıcılık haritasını yeniden çizmesi gerekebilir; iklim değişikliği, bu sektörün dinamiklerini derinden sarsabilir. Ancak çözüm, doğa ile savaşmak değil, doğayla uyum içinde üretim modelleri geliştirmektir.

Prof. Kadıoğlu’nun da söylediği gibi, “Arı varsa hayat var.” Bu bilinçle, geleceği korumak hepimizin ortak sorumluluğudur.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here